İYİ DENİZCİLİĞİN ALTIN KURALI
İYİ DENİZCİLİĞİN ALTIN KURALI
- Tayfun TİMOÇİN
Yanılmıyorsam 2000’lerin ilk yıllarıydı. Çok sayıda insanımızı denizle tanıştıran ve kendi tekneleri ile yelken açmalarını sağlayan, büyük denizci Atila Algon ile henüz tanışmıştık. Teknelerini ürettiği tesise gidiyor, orada saatlerimi huşu içinde geçiriyordum. Sayesinde, bir teknenin içini, dışını, dengesini, iç dağılımını vs. iyice öğrendim ve bu öğrendiklerim, sonraki yıllarımda çok işime yaradı. Hiç olmadıysa, Yelken Dünyası dergisinde yüzlerce makaleye ve Yelkenli Yatta Kendine Yetebilmek kitabına dönüştü o bilgilerin bir kısmı. Öğrenmek isteyene her yer okul.
Atila Ağabey teknelerini Tirilye’de denize indiriyordu. Zor işti. Bursa’nın diğer ucundan tekneleri TIR’lara yükle, onca yol oyunca tekneleri, sıkıntılı üstgeçitlerin altından milim milim geçir, daracık Mudanya’nın içinden geçtikten sonra virajlı Tirilye yoluna gir. Bir tekerlekleri uçurumda, bir tekerlekleri dağın yamacına yaslanmış TIR’ları yüreğin ağzında takip et. Sonra tutulan vinçlerle tekneleri büyük özenle rıhtımdan denize indirip, kalan çalışmaları orada tamamla. Günler alan işlerdi. Haliyle Tirilye’de epey vakit geçirirlerdi. Benim gibi hem öğrenmek hem de yazacak malzeme temin etmek isteyen biri için bulunmaz nimetti o günler. Günlük paydostan sonra, henüz denize indirilmemiş, karada sehpada duran teknelerin gölgesine oturur saatlerce sohbet eder, birkaç kadeh ayran falan içerdik!
O sohbetlerin birinde, -zihnime kazınmış belli ki- Atila Ağabey o davudî sesiyle, yine elinden tutup denizci ettiği birinden bahsederken, “Sonra da iyi denizci oldu, devam ediyor” dedi. Hemen sordum: “İyi denizci nedir Ağabey? Nasıl iyi denizci olunur?” Biraz durdu, kısa bir düşünme anından sonra, “Şekerim, işte, kazasız belasız gider gelirsin” diye yanıtladı. Yıllar içinde bunun ne kadar doğru bir tanım olduğunu anladım. Her ne kadar “iyi denizci” kavramını tüm detaylarıyla tam olarak ifade etmiyorsa da, temel olarak doğruydu. Kazasız belasız gidip gelmek… Yani, eskilerin tabiriyle “selametle gidip gelmek!”
Elbette selametle seyir, çok basit görünmekle birlikte, epey deneyim, bilgi ve emek gerektiriyor. Çünkü hepimizde var olan o anlamsız rahatlık, vurdumduymazlık ve “Bi’şey olmaz” düşüncesi, teknede deneyim kazandıkça başrole soyunup, kişinin kendisini amiraller amirali gibi görmesini sağlıyor. Herkeste böyle olmasa da eminim hepimiz görmüşüzdür o amiraller amirallerinden. Bunun sonucunda gelişen muazzam bir özgüven ve nihayet özgüvenin duvara toslaması! Denizde ve limanda kazalar…
İyi denizci olabilmek, yani denizde selametle seyredebilmek için geliştirilmiş pek çok yardımcı alet, öneri vs. olmasına rağmen, 1972’de yazılan fakat ancak 1977’de “uyulması zorunlu” hale gelen Uluslararası Denizde Çatışmayı Önleme Tüzüğü, en ama en önemli kuralları zaten sıralamış. Zaten bu kurallar “Ben bilmiyordum ama” denebilecek türden şeyler değil; bilinmesi zorunlu, uyulması zorunlu, yazılı metninin teknede bulundurulması zorunlu.
KURALLARIN KRALİÇESİ
Bu makalede amacımız, “selametle seyrin” altın kuralını ele almak. Her ne kadar Tüzük’ün tamamı zaten selamete seyir için yazılmış olsa da, her kurallar listesinin bir kraliçesi vardır. (Evet kurallar dişidir ve bunu burada tartışacak değiliz, zira yazdıklarımı eşim de okuyor.)
Uluslararası Denizde Çatışmayı Önleme Tüzüğü, hiç kuşku yok ki her bir kuralı ve satırı ile bizlerin selameti için var. O nedenle bilmemiz gerek. Bulundurmanın “zorunlu” olması önemli ama örneğin arabalarımızda emniyet kemeri takmak da zorunlu olmasına rağmen pek çok arabada, alarm sesi rahatsız etmesin diye kemer tokasına tutturulmuş sahte bir parça var. Nasıl kemerini takmayan kendisine kötülük ediyorsa, Tüzük’ü okuyup anlamadan teknesinde bulunduran da aynı şekilde kendisine ve sevdiklerine kötülük eder.
Gelelim kurallar kraliçesine. Kural 5, selametle seyrin püf noktasını oluşturur. Kural 5’in adı “Gözcülük”tür. Gelin şu kısacık ama hayatî önemi haiz maddeyi birlikte okuyalım:
“İçinde bulunulan durum ve koşullarda, durumun ve çatışma tehlikesinin tamamen değerlendirilmesini sağlamak üzere, elde mevcut tüm uygun araçların yanısıra her tekne her zaman tam bir görme ve işitme gözcülüğü de yapacaktır.”
Şöyle bir okuyup geçtiğimizde, “Ee, ne var bunda? Tamam, yaparız gözcülük” deyip önemi kavrayamayabiliriz. Oysa bu madde, üzerinde durup düşünmek gereken bir metin. Kısa ama hayat kurtaran… O nedenle kısacık kuralı, sözcük sözcük inceleyeceğiz.
TAMAMEN DEĞERLENDİRME
“Durumun ve çatışma tehlikesinin tamamen değerlendirilmesini sağlamak üzere….” Cümlesinde vurgu, “tamamen” sözcüğünde olsa gerek. “Etrafta bir tek tekne bile yokken hangi çatışmadan ya da bomboş denizde gidiyorken hangi durumdan söz edilebilir ki?” diye sormak mümkün. Oysa bugün, elimizdeki elektronik yardımcılar ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar, başıboş sürüklenen bir ağaç kütüğünü, gemiden düşmüş bir konteynırı, su seviyesinin bir santimetre altında sinsice bekleyen ağ veya halatları göstermiyor, bizi bunlar için önceden uyarmıyorlar. Fakat tüm bunları tespit edebilecek bir aparatımız var: Gözümüz! Zaten Kural 5’in adının “gözcülük” olmasının nedeni de bu. Hiçbir cihazın tespit edemediğini gören gözümüz ve gördüğünü, hiçbir elektronik cihazın değerlendiremeyeceği hızda ve şaşırtıcı çözümlerle değerlendiren göz-zihin bağlantımız var.
ELDE MEVCUT TÜM UYGUN ARAÇLARIN YANISIRA…
Radar, AIS ve artık her geçen gün elektronik cihaz koleksiyonumuza katılan ne varsa, seyir halindeyken çevremizi gözlememiz için yararlı ve gereklidir. Hepsinin kullanılması, olası olumsuzlukların önüne geçmek için yardımcı olur, fazladan güç katar. Fakat, istenmeyen bir olay olur da kendimizi mahkemede bulursak, örneğin 12 metrelik bir yelkenli teknenin sahibi/sorumlusu olarak hâkime radarımızın olmadığını veya varsa bozulduğu vs. söyleyebiliriz. (Yalan söyleyelim demiyorum, gerçekten bozuk veya yok olabilirler. Ekranı kırılmış olabilir vs.) Ama hâkime, “çevreyi gözlemiyordum” diyemeyiz. Doğrudan suçtur bu ve doğruysa eğer, itiraftır. Bu nedenle cümlede “yanısıra” kullanılmıştır. Hiçbir yardımcı cihaz, alet yoksa bile gözcülüğümüz vardır ve olmalıdır.
HER TEKNE
Her tekne lafı çok açık. Her tekne. Sandal, kano, sörf, şişme bot, balıkçı, yolcu gemisi, yelkenli yat, motoryat, destroyer, uçak gemisi… Yüzen ne varsa hepsi kastediliyor. “İçinde bulunduğum gemi çok büyüktü, bizi görürler sandım” veya “Küçücük tekneyiz canım, bize nasıl kıyarlar!” gibi mazeretlerin hiçbiri geçerli değil. Her tip tekne, gözcülük yapmak zorunda.
HER ZAMAN
Bunun gecesi, gündüzü, bayramı, tatili, haftasonu, siestası yok. Her tekne, yol alıyorken elbette, her zaman gözcülük yapmak zorunda. Eğer genel anlamda sorumlu olarak gözcülük yapan kişi yorgunsa, onun yerine yapacak biri olmak durumunda. “Azıcık kestireyim demiştim, arkadaşlar da lafa dalıp etrafa bakınmamışlar” diyemeyiz. Mutlaka o gözcülük yapılmak durumunda.
GÖRME
Yukarıda da söylediğimiz gibi “görme” yeteneğimiz çok güçlüdür ve cihazların tespit edemediklerini tespit ederler. Örneğin, derinlikle birlikte ya da herhangi bir cismin/canlının varlığıyla değişen renkler, insan gözünün binlerce yıldır aşina olduğu bir “lejand”dır. Hangi rengin hangi denizde ne demek olduğunu denizciler bilir ama bunu bilen bir elektronik alet yapıldığını, en azından ben şimdilik bilmiyorum. Belki yaparlar. Dediğimiz gibi, yağmurla birlikte karadan denize inmiş, başıboş dolaşan bir ağaç kütüğünü tespit eden bir alet yok henüz. Ama bu ve benzeri durumların hepsi, gözümüzle çok kolay şekilde algılanır ve “değerlendirilir”.
VE İŞİTME
Evet gözümüz çok iyidir ama her zaman tek başına iş göremeyebilir. Hele bazı durumlarda dünyanın en keskin gözü bile iş göremez. Siste mesela. Çevrede geçen tekneler, kırılan dalgalar, derinden gelebilecek uğultular ve kim bilir daha neler… Keşke, “görmediğimiz tehlike orada yoktur” diyebilsek ama bu denizde geçerli olmaz. Hatta çoğu zaman tehlike görünmez. Görünmeyenlerin ise bir kısmı “duyulabilir”. O nedenle, “Ben gözcülük yapıyordum ama kulağımda da kulaklık vardı, en sevdiğim sanatçıyı dinliyordum. Ne olduysa o sırada olmuş!” diyorsak eğer, iş işten geçmiştir. Gözümüzle birlikte kulağımızı da dört açacağız kısacası.
YAPACAKTIR
“Yapsa iyi olur”, “yapması önerilir” demiyor kural. “Yapacaktır” diyor. Yani mecburdur. Buna zorunludur. “İstese de istemese de yapacaktır” demektir o. Çünkü eğer gözcülük yapmazsak ve başımıza iş gelirse, o zaman biz diyeceğiz “keşke yapsaydık!” diye. Ama denizde, “keşke”lerin bedeli bazen ağır olabilir. O zaman en iyisi, kuralın söylediklerine harfiyen uymaktır.
Unutmayalım: Denizde Çatışmayı Önleme Tüzüğü’nün her kuralı, onlarca, belki yüzlerce can kaybı bedel ödendikten sonra, artık bedel ödenmesin diye yazılmıştır. Bugün bu kurallar sayesinde rahat ve güvenli seyirler yapabiliyorsak bunu, o kuralların olmadığı zamanlarda “mezar taşı martılar olmuş” denizcilere borçluyuz. Selametle…