ACÛZENİN YAPTIKLARI

ACÛZENİN YAPTIKLARI

Boşuna yakmıyoruz o kazma kürekleri…

            Şu 18. yüzyıl fıkrası gerçek midir, değil midir, bilmiyoruz ancak adı geçenlerin hepsi 1700’lerin ortalarında yaşamış, birbirlerini tanımış ve fikrî anlamda pek çok yardımlaşmış kişilerdir.

            “Koca Ragıp Paşa ile Şair Haşmet, çarşıda gezerken, bakarlar ki önlerinde şair Fitnat Hanım yürüyor… Berd-i acuz (kocakarı soğuğu) zamanı olduğu için hava buz gibidir Ragıp Paşa, Fitnat Hanım’a şaka yapmak için Haşmet’e dönüp der ki:
– Haşmet, farkında mısın, şu kocakarı da ortalığı dondurdu!
Bunu duyan Fitnat Hanım, arkasına dönüp, kocakarı soğuğundan sonra gelen öküz soğuğunu (sitte-i sevr) kastederek cevabı yapıştırır:
– Evet evet, arkasından da öküz geliyor!

            Mart ayına gelince, biliriz ki meşhur Kocakarı Soğukları ortalığı biraz soğutacak. Mart’ın kapıdan baktırması ve kazma, kürek yaktırması bu soğuktan, Ragıp Paşa’nın deyimiyle, “kocakarının” başının altından çıkar.

Jimmy Brown’un “Acuze” resmi

            Geleneksel takvimlerde “berdelacuz” diye geçse de, sözcüğün aslı Arapça’dır ve hem “berd-i acûz”, hem de “berd-ül acûz” şeklinde geçer. Berd, Arapça soğuk, acûz ya da acûze de kocakarı, (mec.) cadı karı anlamlarına gelir.

            İşin soğuk kısmını anladık da, kocakarı nereden çıktı? Kuşkusuz bu da bir Ortadoğu geleneği ürünüdür. Kelimeye yönelik tüm anlatılarda mutlaka bir kocakarı vardır. İnanışa göre Berdelacuz, Ad kavmini yok eden rüzgârdır. Prof. Nimet Yıldırım’ın Fars Mitolojisi Sözlüğü’nden öğrendiğimiz kadarıyla, şiddetli soğuklar sırasında Ad kavminden yaşlı bir kadın yeraltındaki mağaraya inmiş, burada ağlayıp inlemiş, sekizinci gün şiddetli bir rüzgâr mağaraya inip onu orada öldürmüş. Kimi anlatılarda da soğuklar o gün bitmiştir ve bunu, kocakarının ağlayıp inlemelerine bağlarlar.

EKİNOKSUN GETİRDİKLERİ

            Mart ayı fırtına takviminde, ayın 1’inde isimsiz gelen fırtınanın ardından 10, 11’i dolayında bu “kocakarı soğukları” başlar. Soğuklar, bazen ilk anda bir fırtınayla, bazen de hemen ardından gelen ve bir türlü bitmeyen fırtınalarla yaklaşık bir hafta devam eder. Bunların bitiminde, 15, 17 Mart gibi bir fırtına daha vardır ve adı genelde yoktur. Oysa eskiler buna “ahir-i berdelacûz” derdi. İşte bu soğuk dönemin tam ortasında, hava öyle bir esmiş gürlemiş, en azından buz gibi soğutmuş ki ortalığı, “amma da düşmanca bir hava bu, ardı arkası kesilmedi, sanki bizi dondurmak, öldürmek istiyor” der gibi, yine Arapça “husûm” adı verilen fırtına eser. Husûm, Arapça hem “düşmanlar”, hem “uğursuzluk” hem de “dinmeden esen fırtına” anlamlarına gelir. Husûmet sözcüğünü halen kullanırız. “Aramızda husumet var!” Olmasa keşke. Hüsum fırtınası, martın 12-13’ünde eser.

            Berd-ül acûz, yaklaşık bir hafta boyunca devam eden şiddetli soğuktur. Fırtınayla biter ve birkaç gün sonra da ekinoks olur. Yani güneş ışınları ekvatora dik gelir ve sonrasında da kuzey yarımkürenin daha fazla ışık almaya başladığı bu tarihten itibaren günler, 23 Eylül’e kadar gecelerden daha uzun olacaktır. Her takvimde olmasa da, kimi takvimlerde ekinoksta, adsız bir fırtına gösterilir. 21 Mart, dünya tarihinin en önemli günlerinden biri olagelmiştir zira hemen her kültürde olan ve farklı isimlerle anılan nevruz, tam olarak bu döneme yani baharın gelişine işaret eder.

            23, 24 Mart’ta Kozkavuran Fırtınası bizi bekler. Kimi tarihlerde çok şiddetli olduğu kayda geçmişse de, istatistiklere göre 3 yılda bir kendisini gösterir.

            26 Mart’ta karşımıza “yeniden” Çaylak Fırtınası çıkar. Aynı fırtına, bir de 13 Eylül’de vardır. Malum, göçmen kuşlar, sonbaharda güneye iner, ilkbaharda yeniden kuzeye çıkarlar. İklimi takip ederler kuşkusuz. 13 Eylül’deki fırtına, 23 Eylül ekinoksundan hemen önce, 26 Mart’taki ise, 21 Mart ekinoksundan hemen sonradır. Hatta eylüldeki Çaylak’ın öncesindeki fırtınanın adı da Bıldırcın Geçimi Fırtınası’dır. Çaylak göçmen değil, avcı bir kuştur ama küçük kuşları (bıldırcın, kırlangıç vb.) ve fare gibi küçük hayvanları avlar. Buradan şunu çıkartabiliriz: Küçük kuşlar gidiyor, çaylaklar görünmez oluyor (13 Eylül), küçük kuşlar (avlar) geliyor, çaylaklar yeniden ortaya çıkıyor (21 Mart). 

ARKADAN GELEN ÖKÜZ

            Son olarak 29 Mart’taki isimsiz fırtınayı da atlatınca, karşımıza ne çıkıyor? İlkbahar! Ama öyle hemen sevinmemeli. Çünkü Nisan’da ne var? Yazının başında Fitnat Hanım’ın söylediği “Öküz Soğuğu”. Yani sitte-i sevr. Nisan ayında, Güneş’in sevr (yani boğa) burcuna girmesi sırasında olan ve altı (sitte) gün süren, fırtınaları ile meşhur soğuk dönem.

            Bu arada, Mart’ın 5-6’sında, ilk ikisi havaya ve suya düşen cemrelerin üçüncü ve sonuncusu, toprağa düşerek teorik ısınmayı başlatıyor ama, yukarıda da anlattığımız Kocakarı Soğukları, bu başlayanın, sahiden de teorik olduğunu ispatlamaya yeter de artar bile. 

Foto: Michael Weidner / Unsplash

            Sonuçta Mart geldi ya, ne güzel. Gerçi çok da kış yüzü görmedik Batı Anadolu’da, ama doğudaki dostlar için de keyifli bir dönemin başlangıcı olsa gerek mart. Yeri gelmişken hatırlayalım: Cemre, Arapça bir isim ve “ateş halinde kömür” demek. Cemre düşmesi folklorik bir inanış elbette ama özellikle Marmara’da bu tarihlerde hep ısı yükseklikleri kaydedilmiş. 20 Şubat Birinci Cemre havaya ve 27 Şubat suya, 5-6 Martta toprağa düşer, diye inanılır.

DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

8 Mart 2019 İspanya

            Dünya tarihi, acı olaylarla yazılmıştır. Sanayileşme sürecinde de, ne hikmetse, erkekle kadın, yaptıkları eşit iş, yani harcadıkları eşit emek karşılığında bir türlü eşit ücret alamamışlar, bu konuda kadınlar ağızlarını ne zaman açsalar, ağır bedeller ödemişlerdir. Ama bu eşitlik mücadelesinden önce, tüm işçiler, çok ağır şartlar altında, dinlenmeden, haftalık tatil yapmadan, hatta tatil kavramını dahi bilmeden, günde 12, 14 bazen de 16 saat çalışmışlardır. (Sanki şimdi yok mu?) Çok uzun süren sıkıntılar ve mücadeleler sonrasında, 8 Mart 1857’de New York’da, erkek-kadın 40 bin dokuma işçisi, daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlar. Ancak polis, işçilere saldırır ve işçileri fabrikaya kilitler. Ardından kilitli fabrikada yangın çıkar ve çoğu kadın 129 işçi can verir. 26 – 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonal’e bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanması önerisi getirilir ve öneri oybirliğiyle kabul edilir. Ancak bunun gerçekten “uluslararası” olması uzun zaman alır. “Eşitlik” istendiği ve sosyalistlerin “icadı” olduğu için uzun süre itilip kakılır kutlamalar ve kutlayanlar. Ne de olsa adalet ve eşitlik, dünya genelinde pek de sevilen kavramlar değildir, genel olarak nutuk süslemeye yararlar. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde, yani olaydan 120 yıl sonra, 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını kabul eder. Türkiye’de ise ancak 1984’ten sonra rahat rahat kutlanmaya başlanır. Ancak eşit işe eşit ücret noktasına dünyanın nerelerinde tam olarak ulaşılabildi, onu ayrıca ele almak gerekebilir. (Tayfun Timoçin)